Şifacının Yarası
Yarayla alay eder yaralanmamış olan…
Pek
çok insan, terapiye gitmenin, hızlı bir iyileşme ve acıyı unutturma sağlayacağını
düşünür. Terapist olma yolunda ilerleyen ve halihazırda kendi terapi sürecinden
geçen biri olarak söylemeliyim ki, ideal terapi yarayı unutturmaz ve yok etmeyi
hedeflemez. Yarayla yaşamayı öğretir ve hatta yara izlerinizi sevmeyi de. Yaşanmış
koca bir ömrü 50’şer dakikalarla silmeyi, yok etmeyi düşünmek ise oldukça
hayali ve acımasızca olacaktır. Peki yaralar sadece danışana mı aittir?
Terapist, duygusallığından arınmış, sadece dinleme vasfına sahip ve yaygın
inanışa göre, “Hmmm peki sen ne hissettin?” demek için bekleyen bir robot
mudur?
Terapi
çift aktarımlı bir süreçtir. Danışan aktarım yapar, eğer terapist de bilinçdışı
bir aktarım yapıyorsa bu da karşı-aktarım olarak tanımlanır. Freud, karşı
aktarımı terapi sürecinde mutlaka aşılması gereken bir engel olarak görürken Freud’dan
sonra alanda terapist farkındalığı ile yönetildiğinde danışan-terapist
iyileşmesine katkı sağlayacak bir kavram olarak kabul görür. Peki neden danışan-terapist
iyileşmesi diyoruz, çünkü terapide tek taraflı bir iyileşmeden fazlası görülür.
Şifacı olan terapist de kendi yaralarını sarma fırsatı bulur terapide.
Escher,
aktarım ve karşı aktarımı “iki ayrı kişinin birbirine karışan sesleri, kendi
sesini ötekinde duymak…” olarak tanımlar. Karşı aktarım, terapiste, danışanın
sessizliğindeki bağırışlarını duymak, bağırışlarındaki sessizliği fark etmek
imkanını sunar. Karşı-aktarımı engel olarak gören Freud’dan sonra Carl Gustav
Jung, danışan ve terapist arasında gelişen bilinçdışı bağın iyileştirici gücü
arttıracağını vurgular. David Sedgwick ise, danışanın terapi sürecinde, terapistin
duygusal incinmelerini aktive etmesinin “karşılıklı iyileşme” sürecini
yarattığını öne sürer. Tam bu noktada, Jung tarafından kavramsallaştırılan “wounded
healer arktype” yani “yaralı şifacı arketipinden” söz etmek yerinde olacaktır.
Yaralı şifacı arketipi, hikayesini Yunan Mitolojisinden alır. Chiron, yarı
insan yarı at olan bir mitolojik karakterdir. Çok sevdiği hocası Herakles
tarafından bir savaş esnasında kazara at bacağından vurulur. Chiron ölümsüzdür
ve bu yüzden yarasının iyileşmemesi durumunda, acısı sonsuza dek sürecektir.
Yarasını iyileştirmek için pek çok merhem yapar, hiçbir merhem ona çare olmaz
fakat yaptığı her farklı merhem yaşadığı halktan birilerinin farklı
hastalıklarına çare olur. Böylece kendi yarasını sarmak için uğraşırken
yüzlerce insana şifa dağıtır. Yaşadığı halk onu yaralı şifacı olarak anmaya
başlar. Chiron, bilinçdışımızda bizimle
beraber yaşar, kendi yaramızdan yola çıkarak, başkalarının yaralarını sararız
böylece şifayı bularak yaralarımızı özgürleştirebiliriz.
Yarayla
alay eder yaralanmamış olan, diyor Shakespeare, yarayı yakından tanımak,
duygusal incinmişliği bilmek, şifa gücünü doğurur, bu yüzden iyi bir şifacı
yaralı olmalıdır. Jung, şifacı, iyileştirici gücünü yarasından alır der. Şöyle de düşünebiliriz, yaralı, incinmiş kimse
şifacı olmayı bilinçsizce seçer, zira içinde onarmak istediği öyle bir yara
vardır ki, bu iyileşme ihtiyacı sınırlarını aşar ve iyileşme yalnızca herkese
dağıttığı bir şifa ile mümkün olabilir. Turgenyev’in de dediği gibi, “Ne ile
yaralanmışsak, onunla tedavi olmalıyız.” Kimi acıların panzehiri yine o acının
kendisi olabilir.
Karşı-aktarım, bilinçli terapist tarafından iyi
yönetildiğinde fayda sağlar, fakat terapistin duygusal, erotik hisler beslemeye
başlaması, etik bir ihlal yaratır ve karşılıklı olarak terapi sürecine zarar verir.
Karşı aktarım etkin yönetildiğinde ise, analist, temelde kendi üzerinde
çalışarak danışana yarar sağlar.
”Doktor,
ancak kendisi de etkilenmişse etkili olabilir. Yalnızca yaralanmış hekimler iyi
edebilir. Ama doktor kendi karakterini bir çelik yelek gibi giyinirse, işte o
zaman hiç etkisi yoktur.” diyen Jung’a göre iyileştirici güç, yaranın varlığıdır.
Bu sebeple terapi süreçlerini sadece danışanın ruhsal iyileşmesi olarak
görmekten çok karşılıklı bir iyileşmenin varlığından bahsetmek önemlidir.

Yorumlar
Yorum Gönder