Tanpınar'ı Yazmak
Etmezseniz
saatlerinizi ayar, sizin de hayatınız kayar..
Saatleri Ayarlama
Enstitüsünü okumam çok uzun sürmüştü, kimi kitapları okumak meşakkatlidir elbette
ama sebebi bu değil, insanı anlamaya çalıştıkça fark ettim ki, yani Tanpınar’ın
deyişiyle psikoloji ifriti bana musallat olduğunda, uzun uzun okumamın,
cümleleri tekrar etmemin en büyük sebeplerinden biri bilinçsizce kitabın hiç
bitmemesini istememdi. Tanpınar’ın kitaplarını kendime yol arkadaşı yapma
fikrini öyle çok sevmiştim ki kitabı ağır ağır okumak, bir sayfa ile
dakikalarca bakışmak hiç anormal gelmemişti bana.
Yaz Yağmur’u öyküsünde
Tanpınar, Korkuyu sever misiniz, ne kadar her şeyi değiştirir zenginleştirir
diyor. Her zaman mükemmeli aramış, şiirlerini basıma gönderdikten sonra, aziz
dostum ve kardeşim dediği Hüsamettin Bozok’a yazdığı mektubunda, şiir kitabı
için “doğrusunu ister misin pek beğenmiyorum, hatta korkuyorum.”
demiştir. Tanpınar’ın bu kaygılı tavrı, benim üzerimde, her ne kadar onun
hakkında yazmak isteğiyle dolsam da mükemmeli, mükemmel olmayan bir üslup ile
yazmak düşüncesiyle korku yarattı.
Şiir benimle bitmiştir
diyen Yahya Kemal’in öğrencisi Tanpınar’ın, şiirlerini, hocasının ölümünden
önce yayınlamamasının sebebi de belki mükemmeliyetçi kişiliğinin eleştirinin
gelebileceği en mühim makamın kapılarını kapatmak istemesindendir. Böylece
edebiyat kürsüsünün yeni veliahttı kendi çizgisini, eleştiri korkusu olmaksızın
ortaya koymuştur. Enis Batur “Tanpınar’ın şiir serüvenini iğdiş eden iki ‘baba’
vardır: Yahya Kemal ve Paul Valéry, şiirlerine sinmiş cüretsizliğin altında bu
iki dev gölgenin ezici varlığı okunur.” diyerek Tanpınar’ın şairliğinin
önündeki ketlenmeden bahseder. Haluk Sunat ise Yahya Kemal’in şiirinin yüksek
ve gür sesinin, Tanpınar şiirinin ise öksüz ve mahzun şiir sesinin olduğunu
söyler. Bu durum, ödipal dönemde babasına karşı yani güçlü olana karşı, kendi
yenilgisini kabullenen küçük bir erkek çocuğunu hatırlatıyor bana. Böylece
babanın ölümü, Tanpınar’ın karşısındaki ötekiyi cismen kaldırmış ve ona sınırlı
bir özgürlük tanımıştır diyebiliriz. Bana
öyle geliyor ki, yine de bu küçük çocuk, zafere ulaşma yolunda babasından izler
taşımıştır kompleksin sonucu olarak. Selam Olsun şiirinde “ Dönmeyen gemiler
olduk açıktan, Adımızı soran, arayan var mı?” dizeleri, Yahya Kemal’in
Sessiz Gemi şiirini hatırlatır.
Enis Batur, Tanpınar’dan
bahsederken, “Bunca günlük okudum bugüne dek, aynasına bu denli sert bakana
rastlamadım. Ara sıra yüceltiyor ya şiirini ya da yaptıklarını, hemen ertesinde
ezmekten geri durmuyor.” ifadelerini kullanıyor. Tanpınar’ın ruh dünyasındaki
çatışmaya, benliğine yaptığı eleştirilerin tutarsızlığına, en çok günlüklerini
okuduğumuzda şahit oluyoruz. Hayır,
ben adımı, küçük şöhretimi hak ettim ve çok ileriye geçtim. Fakat niçin bu
kadar haksızlık? Bu işte eksiğim nedir? İşin öbür tarafı hâlâ kendimle
cenkleşmem. Hâlâ kendimi olmuş addetmemem. Belki de kendimi mahveden benim.
Hakkımdaki sükût suikastının bir sebebi de belki benim. Edebiyatçılarla düşüp
kalkmıyorum. diyordu günlüğünde. Sükût suikastının kurbanı olarak
tanımlıyordu kendini, peki ne demekti bu? Kendisine haksızlık edildiğine inanıyor,
eserlerinin hak ettiği şöhrete ulaşmadığını ima ediyor, ama diğer yandan bu suikastını
kendi eliyle yaptığını da düşünüyordu, yani kendince bu bir intihardı. Yine
günlüğünde kendisinden bahsederken, …hiç olmazsa Faruk (Nafiz Çamlıbel)
kadar bir şöhretim olurdu. Biraz kaysaydım Orhan ve Cahit'ten fazla sevilen
adam olurdum. diyor, kendisiyle kıyasladığı isimleri bir yandan
yüceltirken bir yan da hiç olmazsa… diyerek küçümsemesi de bir hayli
çelişkili görünüyor. Her şey, hayatımda her şey geç oldu. Diye devam
ediyor günlüğüne, şüphesiz ki yaşarken sahip olamadığı şöhrete şuanda sahip.
Sukut suikastındaki kader ortağı Oğuz Atay gibi...
Yaşarken, başarısının
karşılığını alamadığı bu dünyaya kırgın mı gitti acaba diye düşünmekten
alamıyorum kendimi. Suut Kemal Yetkin’in “Mallermé’nin en güzel bir şiirinin
yanına koyabilirsiniz.” iltifatına tabi şiirleri yazan bir şair ölümünden
önce bir mektubunda şunları yazıyor. “Belki bir şeyler yaptım; fakat tam
istediğimi değil. Benim istediğim insanın ötesiydi.” Onun, ölümünden önceki
bu kısacık itirafı, kendisine yaptığı sert eleştirilerden de biridir ayrıca,
belki de bir kabulleniş. O yaşamayı çok ciddiye almış, kusursuzluk arayışından bir
an olsun vazgeçmemiş ama yine de istediğine ulaşamamış bir fikir adamıdır.
Mehmet Kaplan,
Tanpınar’ı anlattığı bir denemesini “İsteyen her Türk onunla ebedi dost
olabilir.” diyerek bitiriyor. Ben de yazımı Tanpınar’la ebedi dostluğumuzun
sürmesini dileyerek bitirmek istiyorumBu yazım, Mahal Dergi'de yayınlanmıştır. https://mahaledebiyat.com/tanpinari-yazmak/

açıkçası tanpınar ı okumadım tanımamda yine ilk defa yazdıklarınızla bende oluşan düşünce Kafka ile olan kısmen benzer yönleri... Gerçi Kafka bile halen tam anlaşılamıştır diye düşünüyorum. Max Brod’un yayınlayacağını bildiği için mi yazılarını yakmasını ondan istemişti? gerçekten beğenmediği için mi? Kafka’yada değinmenizi,Kafka’nın Max Brod , Milena ve babası ile ilişkileri hakkındaki fikirlerinizide paylaşmanızı isterim.
YanıtlaSilKafka, Tanpınar'ın edebi babalarındandır, Tanpınar ve Oğuz Atay Kafka'ya kimi zaman gizli kimi zaman açık bir şekilde seslenir. Kafka'nın eserlerinde baba ile olan çatışmanın ve ödipal kompleksin yansımalarını çok sık görürüz, Yargı hikayesi bu çatışmanın en güzel örneklerindendir. Kafka ve Kafka'nın Türk edebiyatındaki üvey oğlu olarak gördüğüm Oğuz Atay hakkında da yazmak çok isterim. Kısa zamanda umarım🙏
Sil