Sosyal Normlar ve Kültür
Norm" kelimesi
etimolojik olarak incelendiğinde Fransızca'da "kural, standart" Yunanca'da
ise "bilmek ve yargılamak" kelimelerine uzanır. Kelimenin etimolojik
kökeni, normun ne olduğu hakkında bizlere bazı ipuçları verecektir. İnsanlık
uzun zamandır topluluk halinde yaşamaktadır, bu yüzden toplum içinde ve
toplumlar arasında çoklu etkileşim kaçınılmazdır. Bu etkileşimler, yazılı veya sözlü
kuralları yaratır. Bu kurallar da zamanla, toplumların standartlarını,
kültürünü, geleneklerini oluşturur.
Pek çok kadim geleneğin
ardında ise yine normlar vardır. Sosyal normlar, insan davranışlarını standart
bir çizgide tutmayı hedefleyen kurallardır. Pek çok sözlü kural, yaptırım
olarak tanımlanabilecek yargıları da içerir. Yaptırımlar, beğenme, güven, saygı
gibi olumlu yönde veya dışlama, psikolojik baskı, onaylamama ve daha fazlası
gibi olumsuz pek çok şekilde insanların etkileşimlerine yansır. Bir davranışı
sosyal bir norm olarak nitelendirmek için, davranışı gözlemlememiz gerekir.
Bireylerin üzerinde hissettikleri toplumsal baskı kendini “birileri benim böyle
yapmamı bekliyor” olarak gösterebilir. Bir diğer tezahürü ise, “herkes böyle davranıyor
öyleyse ben de böyle davranmalıyım”dır.
Sosyal normları kılavuz
davranışlar olarak tanımlamak bu noktada yerinde olacaktır. Toplumda bu tarz
rehber davranışları kimi insanlar güvenli birer alan olarak görürken kimi
insanlar üzerlerinde baskı hissedebilir. Örnek vermek gerekirse; çocuk yaşta
evlilik, kadın sünneti, namus cinayeti, töreler… Öte yandan, bazen sosyal
normlar hayatımızı da kolaylaştırabilir, örneğin, sırada beklemek, halka açık
yerlerde telefonu sessiz kullanmak gibi… Ancak ben sosyal normların genel anlamda
hayatımızı olumsuz etkilediğini düşünüyorum çünkü sosyal normların çoğunun
kadınlarla ve cinsiyet rolleriyle ilgili olduğuna ve bunun psikolojik şiddete
yol açtığına inanıyorum. Sosyal normlar görece güçlü inançlardır ve toplumlar onları
katı, esnek olmayan inançlar haline getirir çünkü insanlar topluluğun bir
parçası olma içgüdüsüne sahiptir bu da onları herkes gibi davranmaya iten
başlıca sebeplerdendir. Örneğin bir çiftin bebeği olduğunda anne, normalde
çalışıyor dahi olsa, belirli bir süre her şeyi bırakarak bebeği ile ilgilenmesi
gerektiğini düşünmeye başlayabilir ve bunun ardında ise, her yenidoğan
annesinin böyle yaptığı ve yapılması gerekenin bu olduğu düşüncesi yatıyor
olabilir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2009
yılında yayınladığı verilere göre, çoğu kadın zorla evlilik nedeniyle mağdur
oluyor, çocuk evliliklerinin failleri ise gelişmemiş ülkelerde her yıl binlerce
çocuğu bu korkunç norma kurban ediyor. Yayınlanan veriler Pakistan’da bazı evli
erkeklerin eşlerini rıza dışı cinselliğe zorlamayı, onlara verilmiş bir hak
olarak gördüğünü gösteriyor. Cinsel şiddetin bir norm olarak kabul edilmesi ve
normalleştirilmesi oldukça korkunç. Karısının rızası olmadan erkeğin eşini
sekse zorlaması Güney Afrika'da da oldukça yaygın sebebi ise kadının erkeğin
dürtüsünü kontrol etmesi gerektiğine dair bir sosyal normlara sahip olmalarıdır.
Ayrıca, bir erkeğin, karısını disipline etmesi gerektiği inancı Pakistan ve
Hindistan'da partner şiddetini normalize ediyor hatta geleneksel hale
getiriyor. Pek çok Afrika ülkesinde ise kadın sünneti bir zorunluluk ve namusun
simgesi, sünnet olmamış kadınlar, evliliğe uygun olmayan, pis kadınlar olarak
görülüyor. Sonuç olarak ise, aileler bu sağlıksız uygulamayı devam ettirmek
zorunda kalıyor.
Normları kültürlerden
bağımsız olarak düşünemeyiz. Sosyal normlar batı ülkelerinde daha esnektir ve
doğu ülkelerinde ise oldukça katıdır. Bireysel veya kolektivist kültür
farklılıkları sosyal norm esnekliğinin başlıca sebeplerindendir. Örneğin
Çin'den gelen bir din olan Konfüçyüsçülük, toplumun önemini ve toplumların
belirli kurallarının önemini vurgular. Edwar T.Hall, bu tür kültürleri yüksek
içerikli kültürler olarak tanımlar, bu da toplumların kurallarını daha çok
önemsedikleri ve benimsedikleri anlamına gelmektedir.
Batı toplumları ise
bireysel düşünürler, topluma ait olma arzusu doğu toplumlarına göre oldukça
azdır. Sosyal normların ortaya çıkması ve varlığını devam ettirmesi bu sebeple Batı
ülkelerinde çok daha sınırlıdır.

Yorumlar
Yorum Gönder