Uvertür’e Bir Atıf



 

            Uvertür operada orkestranın perde açılmadan önce çaldığı parça ve poker oynarken başlamak için gerekli olan el anlamlarını taşımakla birlikte, bu Fransızca kökenli kelime daha önemli bir şeye giriş anlamını taşıyor. Bu yönüyle, Altın Portakal’da seyirciyle buluşan 2013 yapımı Uvertür, hem yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi oluşuyla hem de ana karakter Atıf’ın öyküsüyle birlikte değerlendirildiğinde isminin hakkını veriyor.

            Uvertür, ana karakter Atıf’ın hayatından bir günü seyirciye son derece doğal bir atmosferde aktarıyor. Atıf, modern dünyada, vasat hayat standartlarında sabit bir hayat süren, dışarıdan bakıldığında son derece sıradan bir adamdır. Kendine ve sahip ol(ma)dıklarına yabancılaşan, mekanikleşen hayatını ilaç mümessili olarak sürdüren Atıf’ın Uvertür’de sahnelenen o tek günü aynı zamanda bir kırılışın da günüdür.

Filmin giriş sahnesinde bir adamın samanyolunda savruluşu görülür, ardından çalan telefon bu savruluşu böler fakat karaktere yedirilen içsel savruluş son sahneye kadar devam edecektir. Telefon sesi ile sahne açılır, Atıf uyanır(!), karşı taraftaki emir veren ses her cümlesini iki kez tekrar eder. Telefonun karşı tarafından gelen emirler, alıcı Atıf için tekrarlara söylenir. Bu tekrarlama hali bir annenin bebeği ile konuşmasını anımsatır, ilk dakikalarda görülen tekrarlayan cümleler çocuksu bir dinamiği akla getirir. Sonraki sahnede Atıf sabah ezanı ile uyanır, sembolik olarak bir günün doğuşunu ifade eden sabah ezanı gösterenler zincirinde bir başlangıca işaret eder. Sonraki sahnede iri vücudu ile Atıf’ı görürüz, yarı uyur yarı uyanık bir şekilde hemen süt içer. Süt beyaz perdede pek çok kült yapımda karşımıza çıkan, üzerine pek çok yorum getirilen, sembolik anlamlar taşıyan bir besindir. Kimi yorumculara göre süt masumiyetin, kimilerine göre ise bir geçişin simgesi olarak sıklıkla yorumlanır. Çocuksu dinamiği hatırlatan Atıf karakteri üzerinden değerlendirilecek olursak Uvertür’de süt, seyirciye doyurulmayı bekleyen bir ihtiyacın varlığını gösterir gibidir. Anne-çocuk dinamiğinde, sütü meme yoluyla bebeğine sunan anne, çocuk için tek referans kaynağıdır. Süt, bebeğe sunuluşu itibari ile yalnızca mideyi doyurmakla kalmaz anne ve çocuğa dürtüsel bir doyum ve karşılıklı hazzı da verir. Bu sebeple annenin, emzirme esnasındaki bakışları ve sözel/sözel olmayan tepkileri bebek için hayati önem taşır. Atıf ise uyanmasıyla birlikte,  annesi tarafından doyurulmayı bekleyen bir bebeği anımsatır fakat bir sonraki sahnede görülen anne hastalığı sebebi ile tepkisiz bir annedir bu sebeple Atıf yetişkin bir erkek olarak kendini dışarıdan süt ile beslemeye çalışıyor gibidir ki bu durum ilkel dönemde yaşanan bir fiksasyonu akla getirebilir.

 Anne Sultan ise Andre Green’in ölü anne kavramını çağrıştırır. Green, bu kavramı açıklarken annenin fiziki bir ölümünden söz etmez. Ölü anne bir imagodur. Bu görüşe göre anne canlıdır fakat çocuğun zihninde bir ölü gibi temsil edilir. Atıf’ın annesi gören, aynalayan ve besleyen bir anne değildir, organik nedeni bilinmeyen hastalığı sebebi ile yıllar önce yatağa düşmüş, duygusal ve fiziksel olarak kayba işaret eden bir karakterdir. Yıllardır hasta annesinin aynalamayan, kapalı gözlerini izleyen Atıf için ölü bir anne imagosu hakimdir. Nesnenin fiziksel varlığı pasiftir, nesnenin sevgisi kayıp fakat nesne alenen ortadadır bu yönüyle kayıp, özne için kafa karıştırıcıdır. Annesinin hırıltılarını bir süre dinledikten sonra çiçekleri sulamaya giden Atıf, kaktüsü, dolu dolu su ile besler, bu kaktüsün ihtiyacından fazlasıdır. Çok az su ile hayatta kalabilecek bir bitki gereğinden fazla beslenmektedir hatta hayat kaynağı su ile boğulmaktadır. Bu besle(yeme)me sahnesi Atıf’ın annesi ve kendisi ile ilişkisini çağrıştırabilecek metaforik güzel bir örnektir.




         Kırmızı kravatını bulamadığı için, yağmurlu ve kapalı bir günde farklı bir kravatla işe giden Atıf’ın o günü sıradan bir gün değildir. Atıf, gitmesi gereken bir yere gitmemiş, yönlendirilmeyi reddetmiş ve belki de ilk kez hayatında isyan bayraklarını göndere çekmeye hazırlanmıştır. Aynı gün işinden istifa eder. Bu Atıf’ın sistematik hayatının akışından çıkıyor olmasına bir örnek oluşturabilir. Aynı gün Atıf, gelen bir telefonla kendisini annesinin satırlarını okurken bulur, mektup ise bir diğer kırılmanın habercisidir. Sultan tarafından uzun süre önce yazılmış fakat nedeni bilinmeyen şekilde Atıf’ın eline o gün ulaşmış bu mektup, belirsiz ve esrarengizdir. Uzun süredir ağzından tek bir kelime çıkmamış olan anneden gelen mektup ile Atıf kendini bir gizemin içinde bulur. Freud, Unheimlich metninde daha önceden son derece iyi bilinenin fakat bastırılmış olanının geri dönüşünün yarattığı dehşet duygusundan söz eder (1919). Atıf için beklenmedik bir anda beliren ve ‘canlıymışçasına mesaj ileten’ ölü annenin mektubu tekinsiz bir his yaratır.

            Hanife karakteri ise Atıf’ın annesine bakım sağlamak üzere görevlendirilmiş genç bir kadındır. Atıf’a yemek yapan, akşamları meyve soyan, kimi zaman da huysuzluklarına katlanan bir karakterdir. Hanife’nin bakım verme görevi yalnızca işi gereği Atıf’ın annesi ile sınırlı kalmaz, Atıf’ın kendisine de uzanır. Atıf için bir nesne seçimi olarak Hanife, anaç yapısı ile kapsayan aynı zamanda şehveti de uyandıran ambivalans bir karakterdir. Bu düalitenin, bilinçdışında ilkel dönem ensestüel fantezileri uyandırmış olma ihtimali son derece doğaldır fakat bir o kadar da kaygı uyandırıcı ve tekinsizdir. Bu yönüyle Atıf’ın Hanife’ye yönelik erotik arzularını bastırmaya çalışması, arzularını Hanife’ye kanalize edemiyor oluşu bir savunma mekanizması olarak değerlendirilebilir.

Lacan, bilinçdışı, dil gibi yapılanmıştır der, bu görüş içine doğulan dil üzerindeki gösterenlerin, bilinçdışındaki temsiller ile ilişkisine yönelik de bir göndermedir. Güne anne sütü ile başlayan Atıf, geceye rakı ile devam eder. Bu noktada Türkçe üzerinden göstergelerden faydalanırsak rakının, Türk kültüründe aslan sütü metaforu ile tanımlanması Atıf’ın anne sütünden, aslan sütüne geçişinin devinimi olarak yorumlanabilir zira Freud, metaforların yoğunlaştırılmış olma özelliğine de dikkat çekmektedir. Anne sütünden-aslan sütüne geçişi Atıf için dil üzerinden bilinçdışına uzanan bir büyüme, kırılma halinin sembolik bir göstereni olarak düşünebiliriz. Bu yönüyle Atıf’ın dil üzerinden uzanan kutupsal bir geçişi söz konusu olabilir.  

Annesini öldürmeye karar verdikten sonra gusül abdesti alarak annesinin başında Yasin suresini okuyan Atıf, eyleme geçmeden önce tekrar rakı içer. İslami kaynaklarda gusül almak, kuran okumak iyi ve sevap olanken içki içmek kötü ve günah olandır. Bu perspektiften sevap-günah ve itaat-itaatsizlik zıtlıkları içinde savrulan bir Atıf vardır. Bu ambivalans duygulanımlar, Atıf’ın annesini öldürmek üzere eyleme geçmesi ile şahlanır.

Son derece güçlü bir sahne olan ‘anneyi öldürme sahnesinde’ sevgi ve nefretin dili birbirine karışır. Fantazm düzeyinde annesinin yanına yatan Atıf, tıpkı bir çocuk gibi güçsüz ve çaresizdir. Dış gerçeklikte ise Atıf annesini öldürmekte olan -sorumluluk almakta olan- yetişkin bir adamdır. Atıf annesinin ölü bedenini ve kendi yansımasını aynadan izler. Bu sahnedeki bakış hem bir yüzleşmenin hem bir zaferin hissini uyandırır. Psikanalitik kuram, sinemada ayna kullanımının ego idealine yönelik açıklaması olabileceğini aktarır fakat ayna her zaman ideal olanı değil hakiki olanı gösterir. Atıf’ın o sahnede aynada izlediği hakikat, sonunda bakmaktan korkmadığı kendi hakikatidir. Diğer yandan Lacan, çocuğun aynada kendi yansımasını görmesi ile artık öteki bir nesnenin uzantısı olmadığını tek başına da var olan bir organizma olduğunu anladığını aktarır. Ayna bu yönüyle öznenin bilincinin oluşmasında bir aracı görev görür. (Candan F., İlden S.) Psikanalitik kurama göre bebek, annesiyle kurduğu sembiyotik ilişkinin süreğen olduğu yanılgısından çıkarak öznelleşme yoluna gitmelidir. Bu süreçte ayna evresi öznenin kendini bütünlük olarak kurgulaması için çekirdek önem taşır. Atıf’ın, annesi ile kurduğu sembiyotik ilişkinin sonlanmasına yönelik aynadaki son bakış sembolik bir varoluş anlamı taşır. Atıf, aynada kendisini görmesiyle özgürleşir. Mumyalayıp, benliğinde acı ile sakladığı annesinden kopmuş bir Atıf’ı aynada izler. Ambivalans duygular içinde anne öldürülür. Atıf bilinçdışı kamburdan kurtulur ve derin bir nefes alır. Anne Sultan’ın acıları ölümle dinerken Atıf için yeni bir hayat başlar. Ezan, yeni bir doğuşun habercisi gibi tekrar okunur.

Freud yas ve melankoli metninde, yas bittiğinde öznenin neden bir zafer havasına bürünmediğini tüm okuyuculara sorar. Ardından zorlu yas sürecinde libidonun tükenmişliğinin bir kutlamaya engel olduğundan söz eder. Atıf, yatalak annesi ile girdiği ben ve ben olmayan ikileminden kurtulsa da tükenmiş libido zafer çığlıklarını bastırır. Aranan kırmızı kravat bulunur fakat yağmur dinmez.

Uvertür üzerine verdiği söyleşide “bir film izledim hayatım değişti.” klişelerini çok keskin bulduğunu söyleyen yönetmen Alpgiray M. Uğurlu“değişen bir hayatın filmini” çekmiş sanki Uvertür ile. 


Referanslar

CANDAN, F., & İLDEN, S.  A PSYCHOANALITIC REVİEW ON THE MOVIE ‘A CLOCKWORK ORANGE’ON THE FRAMEWORK OF FREUDIAN PERSONALİTY THEORİES.

 -Abrevaya, E. (2013). ölü anne karmaşası. Psikanaliz Yazıları27, 85-94.

-Freud, S. (1920) “Yas ve Melankoli” Metapsikoloji (2013) içinde (E. Kapkın & A. Tekşen Çev.). İstanbul: Payel Yayınları.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Issız Adam ve Issız Ada

Marcel Proust'un Ruh Dünyasından

Sosyal Normlar ve Kültür